Abdullah Şaik'in yolunda can Azerbaycan

Aralık ayının ilk günü, pazar sabahı Mehdi Muallimle İstanbul havalimanında buluşmak üzere sözleşmiştik. Fazla üşütmeyen bir hava vardı. Heyecan, korku, mutluluk gibi duyguları bir arada yaşıyordum. Uçak yolculukları bana hep korkutucu gelmiştir. Yol arkadaşım Zeynep'le beraber havalimanına vardığımızda korkumu belli etmemeye çalışsam da içim daralıyordu...

Bu duygu karmaşası içerisinde, Modern İstanbul Havalimanının ışıl ışıl yanan kocaman salonunda can hocamla selamlaşıp sarıldık. Kıymetli eşim bizi güvenlik şeridinden geçirip öte yanda kalınca duygularıma artık özlem de eklenmişti. Muallimimle birlikte uçağın kalkmasını beklemeye koyulduk. O sırada bir bardak kahve içmenin bize iyi geleceğini düşünerek sıcak kahve eşliğinde derin konulara daldık. Bir kahvenin kırk yıl hatırı var dedikleri türden birer kahve de hediye geldi. Sanırım 400 TL aldıkları için kalbimizi kazanmak istiyorlardı. Teşekkürler Starbucks amca:

 

Uçağımız kalkmaya hazırdı. İşte iyiden iyiye hocamı darlamaya başlamıştım. O da küçük bir evladını avutur gibi beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Zahiren sakinleşmiş gibi görünsem de içimden fırtınalar feveran ediyor, sırtımdan terler boşalıyordu. Hele ilk kalkış anındaki o boşluk hissi yok mu, onu nasıl anlatsam bilemedim. Uçağımız gökyüzünde umarsızca süzülürken korkularımı uzaklaştırmak için uykusuz hocamın kafasını şişiriyordum. Garibim de sesini çıkaramıyor, yorgun ve uykulu gözlerle beni dinliyordu. Biliyorum, içinden de "sus be adam" demiştir kesin. Yok yok demez, çünkü o bir hocadan çok daha fazlasıdır, bunu hem ilmiyle hem de duruşuyla gösteriyordu. 

Göklerin bilmem kaçıncı katında yemeklerimizi yemiş, çayımızı içmiştik ama zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Artık karaya ayak basmak istiyordum ki pilotun anonsunu duydum: "İnmek için alçalıyoruz." İşte beklediğim gaipten gelen ses. Ahmet Kutsi Tecer'in "Neredesin" şiirinde dediği gibi sanki yıllardır bu sesi arıyordum ben de... 

Uçak nihayet düşmüştü yere... Hayır hayır korkmayın, düşmek Azerbaycan Türkçesinde inmekmiş, müsterih olun. Ellerimizi çak yaptığımızda, hocamın kupkuru eli benim korkudan sırılsıklam olmuş ellerimle kirlenmesini saymazsak, herhangi bir olumsuzluk yaşamadan inmiştik, çok şükür...

Kardeş ülke Azerbaycan'daydık artık. Hocamla beraber ilk gün hocamın abisinin evine davetliydik. Kapıda bizi heybetiyle karşılayan Tofik abi sanki yıllardır beni tanıyormuş gibi sarılıp evine buyur etmişti. Ne de güzel dedi: "Biz kardeşiz!" Soğuk Bakü akşamında sıcacık evden ziyade bu tatlı sözler ısıtmıştı içimi. Sanırım toplum olarak güzel sözlere hasret kalmıştık ve Tofik abi sayesinde ilk andan itibaren yahşi can Azerbaycan bizi kucaklamıştı. Hele evde üç bacı dolması eşliğinde gönlümüzle beraber midemiz de bayram edince değmeyin keyfimize. O nasıl güzel bir yemekti ya rabbim! Hayatımda yediğim en güzel dolmaydı. Yorgunluktan dolayı çakır keyifle bunu eşime de bu şekilde izah edince telefondaki o bir anlık duraklamadan sanırım "zıkkım olsun" demiştir. Yanında olsam sanırım Zeynep saçımı yollardı. Neyse korkmama gerek yok, saçım yoktu ki:

Yemekten sonra keyifle çaylarımızı yudumlarken yanında ağzımızın tatlanması için kiraz reçeli de verilmişti ama ben yemedim, zira yemeye de ihtiyacım yoktu, çünkü sohbet yeterince tatlıydı. Biraz sonra Tofik abinin oğlu Ali'nin de bize katılmasıyla kahkahalar havada uçmaya başlamıştı. Bunun üzerine Galatasaray'ın Eyüpspor'la berabere kalması beni daha da sevindirdi. Gerçi bu durum muallimimi üzdü ama olsun, Galatasaray yeterince şampiyon oldu ya biraz da biz olalım, değil mi? Benle Ali Fenerbahçeliydik, Mehdi muallimle Tofik abi Galatasaraylı. Neyse ki sahada taraflar eşitti: 

 

Hocamla beraber Tofik abilerle vedalaşıp otelimize gitmek üzere yola koyulduk. Küçük, şirin mi şirin bir otelde yerimiz ayrılmıştı. Otele yerleştikten sonra küçük bir akşam yürüyüşü eşliğinde Mirza Ali Ekber Sabir'e merhaba dedik. Sonrasında, bu akşamlık yeter deyip otelimize döndük. Yorgun gözlerle ne zaman nasıl uyudum hatırlamıyorum. Sabah uyandığımda otelimizdeki ablanın kahvaltı için hazırladığı nefis omlet beni kendime getirmişti. Hele otelin sahibi şen şakrak Cabir abiyle tanışınca sevincim artmıştı. Cabir abinin kalite kokan sohbeti bilgi ve kültürünün derinliğini yansıtıyordu.

 

Cabir Abi ve Can Mehdi muallimimiz okuldan arkadaşlardı. Güzel karşılamadan sonra kahvelerimizi bu çok güzel otelin lobisinde yudumlarken ben de bu iki kültürlü ve birikimli insanın sohbetlerine kulak kesiliyordum. Kalite tesadüf değil dedikleri bu olsa gerekti. Sohbeti dinledikçe günümüz gençlerinin konuşamamalarına bir iç çekip hüzünlendim. 

Kahve sonrasında hocamla gittiğimiz Hazar Üniversitesi'nde değerli bir hocamız Telman Nusretoğlu ile çay eşliğindeki dolu dolu sohbet etmek ve sempozyum yapılacak okulu görmek beni heyecanlandırdı.

Bakü iki farklı kültürü yansıtıyor gibiydi. Bir tarafı ile modern bir profil çizen petrol zengini şehir Beşiktaş, Kadıköy esintisi sunarken şehrin bazı yapıları ise bize Esenyurt'un Los Angeles sokakları hissi de veriyordu:

 

Edebiyat Müzesi, Şirvanşahlar Sarayı, Kız Kalası, şehrin yeni sembolü Alev Kuleleri ve sonsuzluk duygusu uyandıran Hazar Denizi ile Bakü bize bakıp tebessüm ediyordu. Sanata ve sanatçılara çok önem veren bu kadim şehir, Sovyet döneminin yıkık bazı izlerini üstünde taşısa da kısa sürede etkileyici bir çehreye bürünmüştü. Nizami Gencevi, Hakani Şirvani, Fuzuli ve Nesimi'nin ruhları sokaklara sinmişti. Şehrimize hoş geldiniz diye onlar da mutluydu, biz de mutluyduk...

Sempozyumdan önce hocamızın rehberliğinde Abdullah Şaik'in, Mir Celal Paşayev'in ve Cafer Cabbarlı'nın ev müzelerini gezmeye gitmiştik. "Edibin Evi"nde Şafak Hanım misafirlerini güler yüz ve hoş sohbetiyle karşıladı. Evin kısa bir tanıtımından sonra sıcacık çay ve kurabiye eşliğinde koyulaşan sohbetimizde Mir Celal'in huzurunda olmak ve yazar hakkında Şafak Hanım'dan önemli bilgiler edinmek değerliydi. Evden ayrılmadan evvel hediye edilen kitaplar sevincimize sevinç katmıştı. Teşekkürler Şafak Hanım:

Değerlerine sahip çıkan bir toplumun bu değerlerini muhafaza etmesini biraz da kıskançlıkla takip ettik. Çünkü ülkemizde gerçek sanatçı ve yazarlara gereken önemin verilmemesi içimi sızlatmıştı. Neyse ki tez konum olan Abdullah Şaik'in evinde Ülker Talibzade eşliğinde bu duygulardan arındım. Nasıl naif, nasıl kalite kokan bir ses tonuydu o! Eğitimci Abdullah Şaik'in torunu olduğu giyiminden bakışına, bakışından duruşuna, duruşundan sözlerine kadar bas bas bağıran bu nazik hanımefendiyi tanımak hem onur hem gurur vericiydi. Hele armağan ettiği kitabı imzalayıp müzedeki Abdullah Şaik hatıra defterinde bana da yer vermesi yok mu... Şu an yazarken bile duygulandırıyor beni. 

Teşekkürler Ülker Hanım, gönlünüz rahat olsun. Dedenizin hak ettiği yere bir tuğla da olsun taşımak benim için bir şereftir. 

Müzenin olduğu küçenin (sokağın) adı da Abdullah Şaik'ti. O sokağa girerken atasının adını görmesi muhakkak insana iyi geliyordur. Bir toplum yükselmek istiyorsa öz değerlerine sahip çıkmalı; eğitime, edebiyata, sanata sıklıkla yer vermeliydi. Belli ki Bakü şehri bunu ziyadesiyle gerçekleştirmişti. 

 

Sempozyumun olacağı güne Marmara Üniversite ekibi olarak Furkan Hoca, Nihan Hoca, Günay Hoca, Meray Hoca ve liderimiz Mehdi muallimimizle hazırdık. Çok gururlu ve onurlu bir gündü. Çünkü ilk kez sempozyuma konuşmacı olarak katılacaktık ve bu, uluslararası arenada olacaktı. Buna vesile olan can hocamız, abimiz Mehdi muallimimize ne kadar teşekkür etsek azdır. Gerçi onun da bize teşekkür etmesi gerekmez mi? Bir talebenin yeri hocasının yanı değil miydi?

Çok şükür, kazasız belasız sempozyumu da atlatmıştık. Hepimizin heyecanı, mutluluğu ve gururu yüzümüzden okunuyordu. Hocamızı mahcup etmeden görevimizi yapmıştık. Sempozyum sonrası Bakü'nün birbirinden lezzetli yemekleriyle karnımızı doyururken kahveler eşliğinde de yaşadığımız heyecanlı anları analiz etmek bize iyi gelmişti. 

Bakü serüveninden sonra Marmaralı arkadaşlarımızla yollarımız ayrılırken biz muallimimizle Gence'ye doğru yola çıkmıştık. 350 km'lik uzun yolda bir yandan Mehdi muallimin okuduğu şiirlerle keyiflenirken şoförümüz Ceyhun Bey'in gözü kapalı araba sürecek kadar iyi şoförlüğü bizi rahatlattı.: Sağa sola savrulan arabada şoförümüz Ceyhun'u devamlı arayan Anaşı (eşi) ve Mübariz onu rahat bıraksaydı iyiydi, fakat devamlı aramaları şoförün aklını karıştırdı galiba, o da arabayla bizi sağa sola savurdu. Teşekkürler Ceyhun kardeş, sayende harika bir yolculuk geçirdik, uçak korkusuna araba korkusunu da ekledin ya...

 

Heyecanlı yolculuktan sonra vardığımız Gence şehrinin girişinde şehitlerin isimlerinin yer aldığı uzun yol yüreğimize hüzün çöktürdü. Şehrin, şehitlerin isim ve fotoğraflarını yollara ekleyip hatıralarını canlı tutması ve minnetle anması takdire şayandı. 

Gence şehrinde muallimimiz önce kitap sergisinde konuşacaktı. Burada da birbirinden değerli yine güzel insanlar olan Sahil hoca, Yusuf abi ve İmamverdi muallimle tanışmak benim için büyük bir mutluluktu. Sahil hoca erenlere karışmış bir vaziyette sakinken Yusuf abiyse babayiğit tavrıyla ara ara alevleniyor ve yükseliyordu. Hele otelde kaldığımız günün erken saatlerinde "heyyyytttttt" diye seslenişini duydukça hala gülümsüyorum ve korkuyorum:

Gence'de de Bakü'de olduğu gibi Mehdi muallimimiz önderliğinde Mir Celal'in evine gittik. Bu sefer kadromuz farklı simalarla renklenmişti. Bakü'deki Marmara ekibinin yerini Sahil hoca, Yusuf abi ve İmamverdi muallim almıştı. Ulviye Hanım bizi kapıda olanca naifliğiyle karşılayarak içeri buyur etti. Müzenin tarihi hakkında bilgilendikten sonra yazarlar odasında hep birlikte edebi sohbet eşliğinde fikir alışverişinde bulunduk. Genceli hocaların ve şairlerin katılımıyla okunan şiirler ruhumuzu okşadı. Bilhassa can hocamız Mehdi muallimle İmamverdi muallimin karşılıklı şiir atışmaları, Fuzuli'den, Ziya Paşa'dan okudukları beyitler bizi bir Divan Edebiyatına götürüyor, oradan da Tanzimat Edebiyatı'na, çağdaş Azerbaycan Edebiyatına sürüklüyordu. Bizler başımızı bir o yana bir bu yana çevirmek zorunda kalıyorduk ama şiirler o kadar coşkulu idi ki bir daha okusunlar biz başımızı yine çeviririz: Var olun can hocam Mehdi muallim ve İmamverdi muallim. Ağzınıza yüreğinize sağlık...

 

Bu güzel yolculuk bir uçak korkusuyla beraber başlamıştı ve yine bir uçak yolculuğundaki korkularla 10 Aralık günü Gence'den hareket eden bir uçakla bitti. Ama tadı damağımda kalmadı desem yalan olur. 

Teşekkürler Bakü, teşekkürler Gence, teşekkürler Mehdi muallim, teşekkürler Marmaralı arkadaşlarım ve teşekkürler Azerbaycan'ın yiğit ve güzel insanları! 

Bir başka yolculukta tekrar görüşmek dileğiyle. 

Hoşça kalın, sevgiyle kalın...

 

© Müəllif hüquqları qorunur! Mətndən istifadə etdikdə istinad mütləqdir!