Türk öyküsünün usta kalemi Rasim Özdenören okumanın insana kazandırdıkları üzerine bir sohbetimizde "Mesela, biz Ruslardan korkmayız. Niçin düşündünüz mü? Çünkü romanlarını okuduk. Rus milletinin nasıl düşündüğünü, nelere sinirleneceğini, sevineceğini ya da üzüleceğini o romanlardan biliyoruz. İnsan bilmediği şeyden korkar, edebiyat ise dünyanın iki ayrı ucunda yaşayan insanları dahi birbirine tanış kılar" demişti. Edebiyatın önemini böylesine derinden kavradığım başka bir an hatırlamıyorum...
Bilmemek... Cesaret bir insanın üzerinde taşıdığı en kıymetli elbiselerden biri olsa da, öte yandan bu türden bir 'bilmemek' bazen de insanı haddinden fazla cesur kılan bir hal. Hele tam manasıyla bilme imkanı varken, edindiği birkaç bilgi kırıntısı ile biliyormuş gibi davranmak... Sanırım, cehalet dediğimiz şey de tam budur.
Bu yıl onur konuğu ülke olarak Azerbaycan'ı ağırladığımız Tüyap İstanbul Kitap Fuarı'na Azerbaycan'dan gelen edebiyatçıları ziyarete gittiğimde şair dostum Şehriyar del Gerani "Saliha Hanım, Türkiye televizyonunda geçenlerde iki edebiyatçı oturup bir saat bilmedikleri Azerbaycan edebiyatı hakkında tam bir saat konuştular. İnsanın bilmediği bir konu hakkında bir saat konuşması inanılmaz. Normalde insan çok iyi bildiği konu hakkında bile o kadar konuşamaz" demez mi... O an ülkemdeki birçok edebiyatçının 1988 yılında ölen 'Heyder Baba'nın şairi Şehriyar'dan haberdar olduğunu, bugün otuzlu yaşlarını süren 'Dekabr'ın şairi Şehriyar'ı ise ne yazık ki tanımadığını anımsadım. Rasim Karaca, Selim Babullaoğlu, Aqşin Yenisey, Nermin Kamal, Sahile İbrahimova, Ferid Huseyn, Kısmet Rüstemov... Ve Azerbaycan edebiyatını günümüzde göğsünde taşıyan nice yazardan Türkiye'deki yazarlar bugün ne kadar haberdar?
İstanbul Kitap Fuarı'nda ziyaret ettiğim Azerbaycan standı işte tam bir hafta boyunca özellikle günümüz Azerbaycan edebiyatı hakkında bilgisi olmayanlar, edebiyat hafızası bundan bir asır önce aramıza çizilen sınırlarla sınırlı olanlar için büyük bir fırsat orada kuruluydu. Azerbaycan Kültür Bakanlığı tarafından büyük özenle hazırlanan bu stantta Azerbaycan edebiyatının kurucuları da vardı, taşıyıcıları da...
Ama benim gün boyu zihnimde dolaşan soru şu: 'İki devlet, tek millet' söylemi ile Türkiye'de son yıllarda daha sık gündemimize giren Azerbaycan ile aramıza çizilen resmi sınırlar bir yana, bizi uzun bir süredir birbirimize bu kadar yabancı kılan bu zihinsel sınırları çizenler kim? Birbirimizin romanlarını, şiirlerini, hikayelerini okuyup tanış olmamızın önündeki engel ne? Koskoca bir ülke elliye yakın, yaşayan, kanlı, canlı edebiyatçısını, müzisyenini, düşünürünü alıp ülkemize gelmişken, gün boyu gezindiğim o standın etrafına doluşmayan Türk yazarların zihnine örülü o duvarın sahibi kim?
Bunun ardında belki günümüzde yalnız milletlerin değil, modern insanın kapı komşusu ile dahi arasına girebilen o görünmez eller vardır... Belki de sadece her şeyin parmak ucuna gelmesini bekleyen bu modern insanın tembelliği... Ya da kendi çağdaşının bile kitabını okuma zahmetine girmeyen yazarların bir internet sayfasından topladığı bilgi kırıntıları ile yetinmişliği... Veya edebiyatın ciddiyetini kavramayanların ciddiyetsizliği...
Zihnimdeki sorulara aradığım cevabı aslında fuardan ayrılırken dönüp Azerbaycan standına son bir kez daha baktığımda bulduğumu söyleyebilirim. İçinde onlarca Azerbaycanlı yazarın, şairin, müzisyenin coşkuyla oraya buraya koşuşturduğu o stant, fuarın beş numaralı salonunda kurulu o stand, her gün binlerce kişinin ziyaret ettiği bu fuar alanının tam manasıyla en dışında kuruluydu... Fuarın konuk ülkesi, fuarın baş köşesinde değil, en dış köşesindeydi... Fuardan ayrılırken gördüğüm bu son fotoğraf bir yanıyla da bana asırlardır övündüğümüz misafirperverliğimizin bugün geldiği yeri hatırlatıyor... Güzel bir şey ortaya koymuşken, onu yine kendi ellerimizle görünmez kıldığımız da artık ne çok oluyor sahi? Zamanın ruhu... İşte bu ruh ya da ruhsuzluk, nice emeklerin tam yerine ulaşmasının önündeki en büyük engel. Kalbimizin orta yerine koymadığımız her şey eksik kalıyor.
Ancak yine de düşünüyorum, aramıza çizilen şu resmi sınırlar bir yana, aramıza giren bu zihinsel sınırları, bu özensizlikleri, bu kayıtsızlıkları hiçbir görünmez el tek başına başaramaz. En başta bilmekten bahsetmiştim. Bilmek, o bilgiyle tanış olmak ağır bir sorumluluktur, bilmeyen ne bilsin...
Edebiyatın ne büyük bir sorumluluk olduğunu bilenlere selam olsun. Genç Şehriyar'a, Ferid'e, Kısmet'e, Aqşin'e... Türk edebiyatı denildiğinde Gencevi'den, Nazım Hikmet'ten öteye geçebilenlere. Bilgi kırıntıları ile yetinmeyenlere. Aşkla, azimle ve iştahla yaşayan edebiyatın peşine düşenlere. Ve hesapsız kitapsız onları destekleyenlere.
Bin yıllık bir hasreti nihayete erdirmek, yeniden tanış olabilmek için umudumuz onlardadır.
© Müəllif hüquqları qorunur! Mətndən istifadə etdikdə istinad mütləqdir!